• USD  32,38
  • EURO  35,02
  • BORSA  9.090,56
  • ALTIN  2.325,50
SON DAKİKA
 Hem Oğuz, hem Han, hem Asil, hem Türk

Semih Eryıldız semih.eryildiz@gmail.com

Hem Oğuz, hem Han, hem Asil, hem Türk

01 Ekim 2021 16:39

Hayata veda eden tanınmış politikacı Oğuzhan Asiltürk'ün ardından hiçbir yerde yayınlanmayan anılardan...


60’ ve 70’li yıllarda toplumsal- siyasi ortamda etkin olanlar, çok farklı akımlarda yer almış olsalar bile birbirlerini iyi tanır. Dönemin önde gelen ve birlik seçimlerinde en çok oy alan sivil toplum örgütü ve CHP Gençlik lideri olarak; Erbakan ekibini iyi tanırdık.
Oğuzhan Asiltürk milli görüş kadrolarının çoğu gibi İTÜ kökenli ve inşaat mühendisi olmakla birlikte mezuniyet sonrası Mak. Müh. Erbakan gibi akademisyenliği değil; büroculuğu seçti, büyük piyasa işleri yaptı. Daha o yıllarda Erbakan’ın sağ kolu olarak görülürdü.
Sağda yer almakla birlikte, o zamanlar bir çekirdek kadar olan bu grup; daha radikal görünen görüş ve uygulamalarına karşın; hiçbir şiddet eylemine karışır görünmedi. Barışçı söylemleri oldu, öğrenci birliği seçim, yarış ve oturumlarında da müzakereci ve pazarlıkçı tutumlarını hiç bozmadılar.
Örneğin İstanbul’da İTÜ’de aşırı sola veya Erzurum’da Ülkü ocaklarına, Ankara Mülkiye veya ODTÜ’de Dev- Gence karşı (bazen liste ve üye pazarlığı bile yapmadan) Atatürkçü sosyal demokratlara- üstelik laik düşüncelerimizi bile bile- oy verdiler. Çünkü onlar, düşüncelerine, toplantı ve ibadetlerine sınırsız saygı gösterdiğimizi gördüler.
1973 seçimlerindeki parçalanma, Sol’da ortanın Solu, sağda Milli görüş zaferini sağladı.
Koalisyon pazarlıklarını MSP adına Oğuzhan Asiltürk; CHP adına Baykal yaptı. Asiltürk’ün ilginç özellikleri ilk kez bu aşamada ortaya çıktı. Kırk günlük pazarlık onun devletin beyni sayılan İç İşleri Bakanlığını almasıyla sonuçlandı. Baykal ise Mülkiye cuntası diye adlandırılan grubu bakanlar kurulu listesinde bir yana bırakıp, 33 yaşında Maliye Vekili oldu.
(Bu dönemde partide etkin olmaya başlayan ve ağırlığı Federasyon’dan gelen kadro ve onun lideri olarak ben bu gelişmeyi çok büyük endişeyle karşıladık. Genel Kuram yanında Batıdaki örnekleri çok iyi çalışmıştık; Sosyal demokratların yükselişe geçtiği zamanlarda, sağla yapılan ‘büyük koalisyon’ solun lehine çalışıyor; Ülke evrimci bir geçişle ileriye ve solun tek başına iktidarına taşınabiliyordu. Ankara yenik lider Demirel’in buna geçit vereceği ancak tek koşulu olduğu haberleriyle çalkalanıyordu. Başbakan’ın tarafsız ve etkili bir siyasetçi olmasını şart koşmuştu. Bunun için kendine göre iki farklı nedeni vardı. Birincisi aradaki milletvekili farkı ona göre yeterli değildi. Yakınlarına söylediği daha önemli gerekçe ise (bir yıl önce İsmet Paşanın vefatından önce söylediği gibi) Ecevit’in devlet adamlığı ile ilgili kuşkusuydu. Ancak Ecevit- Baykal ikilisinin acelesi vardı.)

Oğuzhan Asiltürk görüşmelerde o kadar ustalaştı ki; Ecevit’in koalisyonu yıkması üzerine oluşan iki cephe hükümetinde de İç işleri bakanlığını korudu. 77’de Sol zaferin parlamentoda çoğunluk sağlamasını önlemede, neredeyse CHP başındaki sorunlar kadar etkili oldu. MSP 1980 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de son derece uzlaşmaz tavrını sürdürdü..
Bu dönemde tanıdığım en zeki politikacı Turan Güneş düşüncelerini inanılmaz yaratıcı sözlerle özetlemeyi sürdürüyordu; Ad çok önemlidir; parlamentomuzda adı nedeniyle Türkiye politikasını yöneten kutsal bir kişi var, dedikten sonra merakı yeterince arttıracak kadar sükut ettikten sonra ‘Kutsallığa bakınız ki bu arkadaş hem Oğuz, hem Han, hem Asil, hem Türk’tür.
(80 sonrası Özal kabinesinde bakan olan bir ODTÜ’lü bunu beş evcikle aştı; Ahmet Kurt Cebe Alp Temuçin,)
12. Eylül faşist darbe sonrası; ilk günler geçince, Demirel ve Ecevit serbest bırakıldı.
MSP, MHP çekirdek kadroları yanında cuntanın aşırı solcu veya suçlu saydıkları Ankara Dil okulunda toplandı. Ben de Bayrak hareketini hazırlayanlar tarafından yapılmış bir listede faşist cuntaya karşı örgütlenme yapması olası bir eski milletvekili olarak aldığım için onlara göre kısa bir süre onlarla birlikte oldum. Hapis yaşamı olsa bile, içerde disiplinin pek sıkı olmamasından yararlanarak, kendi aramızda sabahlara kadar sohbet ve özeleştiri yaptık;
Sadece kendi koğuşlarımızda değil o zamana kadar meclis dışında yüz yüze ilişki kurmadığımız Alpaslan Türkeş ve Necmeddin Erbakan ve ekipleri ile yaptığımız sohbetler bize üniversite veya mecliste öğrendiklerimizden daha büyük katkı yaptı. Örneğin Sayın Türkeş’in gelecek ve kendi kadrolarıyla ilgili inanılması zor saptamalarını dinlemek olanağını bulduk.

Günümde yazılan yazıda Oğuzhan Asiltürk ile ilgili somut ve bire bir yaşadığımız ilişkileri hatırlamamız doğal sayılmalıdır;
•Sayın Asiltürk’e kökeni ile ilgili kayıtları da sorduk, verdiği açık ve korkusuz yanıt bizde hayranlık uyandırdı,
•Erbakan’ın, Meclisteki her toplantı veya konuşmaya geç kaldığı gibi, namazları da kazaya bırakan sağlık sorunları ilerledikçe, tam abdest almasına, her haliyle, yardım etmek üzere Asiltürk’ün yaptığı hazırlık ve beline sardığı peştemalla ibrik ve tasını banyodan alması unutulamaz,
•Erbakan^ın inanılmaz zeka ve yeteneklerine karşı; (Atatürk, Ecevit ve İnönü’nün saniye aksatmayan dakikliğine tam zıt görünen) gecikme itiyadını önceleri eleştiren Baykal’ında Genel başkan olduktan sonra ona çok benzediği de gözlemlendi.
•Asiltürk’ün zaman zaman şakaya da vurarak hocanın bu itiyadını azaltmak için guguklu saat taklidi yaptığına da şahit olanlarımız var.

Onunla son görüşmemizin mutlaka kaydedilmesi gereklidir;
Dil okulunda koğuşlar arası spor için iki saat dışarı izni olmasına karşın koğuşlar arası geliş- gidiş ve satranç müsabakalarında zaman sınırı yoktu;
Bunun üzerine A. Türkeş’in teşvikiyle Gültekin Paşa ve Asiltürk eşgüdümünde ‘Dil Okulu satranç şampiyonası’ düzenlendi. Dört koğuşta kendi içlerinde yapılan müsabakalar sonunda; Yarı finali sol koğuş adına ben Gültekin Paşa ile oynadık, dört saat süren zorlu bir oyunu sonunda matla kazandım; Diğer yarı finalin galibi Oğuzhan Asiltürk oldu. Onunla ertesi gün karavana sonrası finali oynamaya karar verdik; Yemekten sonra başlayan müsabakada 15.00’e doğru bir piyon ve hücum üstünlüğü sağladım.
Yanıma Hapishane komutanı emir subayı geldi; ‘müjdeler olsun, sayın hocam çıkışınız geldi bir an önce hazırlanırsanız beşten önce çıkışınız yapılacak, eşinize haber verdik. Çocuğunuzla (o zaman 4 yaşında olan Ali Evren) birlikte sizi almaya gelecek.’
Arkadaşlar sevinç çığlıkları atarak beni öpmeye başladı, Asiltürk de kutladı, ama o ana kadar hadi oyna diye beni ‘hızlandırmaya çalıştığı’ oyunun temposunu inanılmaz ölçüde düşürdü. (normalde saatli oynanır ama içeri satranç saati sokamamıştık.) Ben de arkadaşların inanmaz bakışları arasında oyunu sürdürdüm. Bir saat sonra Komutan inanmayan gözleri fal taşı gibi açılmış bakışlarla Benim kafayı yiyip yemediğini denetlemeye geldi. ‘Beyefendi biliyorsunuz beşten sonra çıkış yapılamaz, eşiniz oğlunuz akrabalarınız dışarıda, içerde kalırsanız yarına neler olabilir? diye nezaketi aşmadan atabileceği en ağır fırçayı attı, döndü gitti.
Ben oyuna devam ettim. Asiltürk ancak veziri de kaybettikten sonra- beşe yirmi kala- teslim oldu. Ben de Dil okulu tutukevi kapısından beşe bir kala çıktım, eşya ve kitaplarım sonradan geldi. Ancak Asiltürk arkamdan ‘artık tutukevinden çıktığım için şampiyonluğun ona geçtiğini söylemeyi’ de ihmal etmedi.

Allah taksiratını affetsin,
Işıklar içinde yürüsün.

Prof. Dr. Semih Eryıldız